Öne çıkan

Girizgâh

Her insanın olmasa da çoğu insanın ulaşmak istediği yerler vardır. Hayali vardır mesela. Bir şey olma tutkusu vardır insanın içinde. Bu konularda ahkam kesecek halde hiç değilim ama bu tutku insanın içine doğuştan mı düşüyor yoksa bize bir şekilde dayatılıyor mu gerçekten bilmiyorum. Buraya ilk yazımı yazıyorum ve 1 saattir blog ayarları yaptığımdan dolayı tüm yazma şevkim gitti. Duymak istediğiniz bu değil olmamalı en azından yazan kişi okuyana böyle şeyler söylememeli. Okuyan demişken bu platformlarda yeniyim ve hiç sanmıyorum ki birileri bu yazıları okuyor. Yüksek ihtimalle herkes yazıyor ve herkesin blogu dünyanın en kaliteli içeriklerini içeriyor. Aldığım his bu en azından şimdilik.

Başlıkta yazan Farsça kelimenin çevresinden çok da uzaklaşmamam benim adıma daha doğru olabilir, belli bir çizgiyi takip etmem benim adıma güzel kılınıcak. Ya şimdi ya sonra, ya burda ya değil…

Burada ne mi yapacağım? HAHAHAHAHAHAHAHA bu kalıp kalabalıklara hitap eden insanların kalıbı. Ben tam da şu an sadece kendime hitap ediyorum. Bir açık var ve onu kendimce dolduruyorum. Bundan aşırı memnunum o ayrı mesele ama anlatmam lazım. Evet evet bu çok güzel: “anlatmamız lazım!” Burada bir kontra-kişisel gelişim harekatı yapacağım. Bu fikir özgün mü bilmiyorum ön araştırmasını yapmadım. Aklıma düştü ve uygulamaya karar verdim. Eğer varsa da böyle bir olay benimle aynı şeyleri anlatmayacağına çok eminim. Çünkü benim hayatımda benim gördüklerimi görüp kendince yorumlama algılama frekansı falan filan cümleyi toparlayamadım geri de silmeyeceğim ama benim gibi yorumlaması için ben olması gerekir. Konu aynı bakışlar farklı… E bu ben için değil sen için de öyle, senin baktığın yerden kimse bakamıyor oğlum uyanın artık lan! Kalabalıklar içinde kendini sıradan hissetmeyi bırak, sen varlığınla susmanla bile bir başkalıksın.

Nedir bu kontra-kişisel gelişim? Babacım bilmiyorum siz seviyor musunuz kağıttan kitap okumayı, onu koklamayı. Ben severim, fetiş seviyesinde değil tabii ki ama severim. Kitap kokusu olayı güzel, sayfayı çevirirken çıkan ses güzel falan filan şu an saat gecenin 03.01’i ve ben kitaba hallenemem. Bak çok kopuyoruz farkında mısın anlatmak istediğimden, heh işte bu blog tutarsa ahanda bundan tutar çünkü ben de bilmiyorum ne zaman nereye sapacağımı. Hugo’da 4 ve 6 tuşuna seri ve bakmadan basıyormuş gibi nereden gideceğimiz belli değil. Bok gibi örnek verdim ama silmeyeceğim. Çünkü o örnek geride kaldı bak akmaya devam ediyor devam ediyoruz. Evet nerede kalmıştık devam ediyoruz hakkaten. Kitapçılar var ya hani o seçkin kitapçılar, çok satanlarında en az 1 2 3 kaç bilmiyorum ama son zamanlarda her dönemde kişisel gelişim kitabı mevcut. Bu kitaplar size ne anlatıyor? Başarılı olmayı değil mi? Zirveye çıkmanın yolları falan… Oğlum uyanın lan uyanın zirve tek kişilik. Bu yazıyı okuyan 100 kişiden 64’ü kafasındaki hayali, istediği hayatı gerçekleştiremiyor. Belki de daha fazladır. Ben aslında o zirveye çıkmak istediğini sanıp, o zirveye çıkmak için tüm çevresi tarafından bunun için yoğrulanlara sesleniyorum, n’olur duy beni, duyun beni… Zirveye çıkamayanlar olarak biz daha fazlayız. O yolda üzülüp hırpalanacağınıza aşağıda gölgede serinde takılın… Benim bu sonuca varmamı anlamam için biraz zaman geçti.

İşte şimdi başlıyor hikaye! Size bu blogda kişisel gelişemeyenlerden kesitler sunacağım. Size kendi yaşam öykümden gelişemediğim noktaları göstereceğim. Kendinizden bir şeyler bulacaksınız çünkü yalnız değilsiniz, biz varız. Biz daha kalabalığız!

Çok kitap okuyan ama bir türlü şu önsözleri okumayı sevmeyen ona alışamayan biri olarak girizgahı uzun tuttuğum için bir özür borçluyum. Hala buraya kadar okuduysan ve eş dost değilsen takip edip, beğenip yorum yapabilirsin. Bilmiyorum kaç kişiye hitap edeceğim ve gerçekten bilmiyorum buranın jargonu bu mu?

Hoşçakalın 🙂

ürperti

Oturdum. Biraz bekletti beni. Bekledim. Çıkarıp bi’ sigara yaktım. Bitmesini beklemeden geldi. Oturdu. Çıkartıp bi’ sigara yaktı. “Bu sefer büyük kazanıyoruz” dedi. Anlattı. “Bu iş hayatımızın fırsatı” dedi. Sustum. Dinledim. Kahvemden bi’ yudum aldım. Tahminimden soğuk ve şekerliydi. Yüzümü buruşturdum. Son dumanı verip izmariti öldürdüm küllüğün en köşesine. Suratına baktım ne kadar ciddi olduğunu anlamak için. O da baktı. Ciddiydi. Zaten hep ciddiydi. Anlatmaya devam etti. Sorgulamadım. Yalan olmasını istemeyecek kadar inanmak istedim. Sonuna kadar dinledim. O konuyu bitirip başkasına başladı. Gene anlattı. Gene dinledim. Ben anlattım. Onun anlattıklarıyla benim anlattıklarım havada çarpıştılar. Bazıları yere düştü. Onları bi’ daha konuşmadık. O anlatmayı kesmedi. Ben bu kez kendimi dinledim. O artık havaya sıkıyordu. Belki bi’ kaza kurşunuyla vurulurdum ama imkanı yoktu pek. Düşündüm. Düşündüğümden değil de hani olsa da intihar etmek istesem nasıl ederim diye. Başarısız bi’ intihar insanı ölmekten daha fazla öldürürdü. İlaçları kafama dikmek mantıklı gelmedi. Midem en sevdiğim organlarımdan. İhanet olurdu bu. Hem başarı oranı düşük. Kendimi asmak… Belki olabilir ama boğulana kadarki kısım pek iç açıcı değil. Hem ben ipi öyle bağlamasını bilmiyorum ki. Nereye bağlayacaktım. Teknik yetersizlikten bu seçenek de iptal. Hayır hayır bileklerimi kesemem, kıyamam kendime o şekilde. Ben de kan kaybı fobisi var çünkü. Aklıma gelenlerden 2 seçenek kalıyor. Yok, kriminal bi’ insanım ama o kadar da değil. Silah bulamam ben. Atlamak en makul seçenek galiba. Bunları düşünürken bunları düşünmenin beni ürperttiğini tüylerimin hepsinin aynı anda yukarıdan bir etkiyle şaha kalkmasından hissettim. O mu? Anlatmaya devam ediyordu. Konu kim bilir kaçıncı kez değişmişti. Çakmağını boşa çakıyordu. Çıkan ses bende sigara içme isteği uyandırdı. Çıkartıp bi’ tane daha yaktım. Bu sefer benim yaşadığım bi’ olayı anlatıyordu. Ama bunun kendi hikayesi olduğuna çok emindi. Durdum, suratına baktım. Yalanına inanıyordu. Belki de ben kendi yalanıma inanmıştım. Kendimden şüphe ettirdi. Kendimi sorgularken son bir şey dedi. Sigarasını yaktı. “Bugün doktora gittim, kafa doktoru. Sen şimdi dalga geçersin deli doktoru diye.” dedi. “Geçmem” dedim. “Doktor bugün bana sende ‘çoklu kişilik bozukluğu’ hastalığı var dedi.” Şok olmuştum. Şokumun geçmesini beklemeden kaldığı son konudan devam etti. “Ben intihar edemem galiba, hani düşündüğümden değil de; bileklerimi kesemem kıyamam kendime. Kan kaybı fobisi var bende.”

Soğuk Sabah

En çok da böyle soğuk sabahlarda özlüyorum seni, telafi edilebilir hatalarımın gölgesindeki sabahlarda. Çok üşümüş iki elin bi kalbi alıp cehennemde ısıtması ne güzel, defalarca. Bıkmaya fırsat tanınmadan biten hevesler hep kursakların en güzel yerindeyken benim aşkım her zamanki yerinde, avuçlarının avuçlarımın içinde olduğu zaman avuçlarımın içindeydi. En çok da böyle sabahlarda özlüyorum seni ayazın en sert olduğu, çözülmesine sebep sadece gerçek bir sarılmanın yeteceği. Uzun gözüken yolların başladığı sabahlar seviyorum seni, uzun gözüken yolların başladığı sabahlar özlüyorum seni. Senin beni özlemediğini düşünüp kahrolarak özlüyorum seni. Sana yemin ederim en çok böyle soğuk sabahlar koyuyor bana. Böyle sabahlarda yok oluyorum hep. Gecenin en karanlık olduğu andan hemen sonra gelen gülümsemen, güneşi açtırman, güneşi batırman hepsi sanki ben yeri göğü yaratmışım gibi. Sanki bendeymiş bütün kudret gibi… Tam şu an, aha tam da böyle soğuk sabahlarda, muhtemelen yatağındaki kıvrılışını özlüyorum sevgilim. Ne zaman biliyor musun? En çok da böyle soğuk sabahlarda

İlk Kural Saygı

En son ne zaman yazdığımı bilmiyorum, üzerinden zaman geçti. Çok zaman geçti diyemem çünkü çok zaman geçtiği zamanlar oldu hayatımda, biliyorum bu çok zaman geçen bir süreç değildi. Hayatımın bu sürecini tam olarak boşluk kelimesiyle ifade edeceğim. Ne yeni bir karar alabilecek kadar cesur günlerim oldu ne de eski kararlarımın arkasında durdum. Tam olarak ben gibi, evet evet ben gibi koskocaman boşluk. Yaşamış gibi yaptığının farkında olmayan milyonlarca insandan biriymişçesine yaşamış gibi yaptım. Başkaldırmadım, başkaldırana bakmadım, şarkılarla konuşmadım, şiirler kulağıma fısıldamadı. Zaman algımı bile sorgulamadığım bir süreç oldu.

İnsan yaptığı veya yapmadığı her şeyden tecrübe çıkararak önüne koyduklarını arkasına alabildiği kadar yaşar. Ben gözüm kapalı yürüdüm bu yolda. Heves nedir sorgulamadım ama hevesin bilinmez bir şey olduğunu öğrendim. sinüs dalgaları gibi. bi var bi yok. Duyu organlarımızla çevremizi bu dalgalar gibi algılıyormuşuz. Beyindeki bir nokta bu dalgaları düzenli ve sürekli hale getirip görüntüyü düzeltiyormuş ve bu bizim zaman algımızı oluşturuyormuş. Ne güzel değil mi? Ben bunu okuduğumda çok mutlu olmuştum. Yeni bi şey öğrenmenin mutluluğunu unutmuşum. unuttuğumu unutarak utandım. O yüzden boşluk diyorum.

canımın inanılmaz sıkıldığı veya aşırı keyifli olduğum hatta allahım şu an al canımı dediğim zamanlar olmuş olabilir. ki oldu da. her canım sıkıldığında o günden sonraki kadar canın sıkılamaz diyerek kendimi toparlayıp her mutlu olduğumda da o günler kadar mutlu olamazsın diyip köreltiyorum gülüşlerimi. bunları içimden yapıyorum kimsenin haberi olmadan. Zaten bir insanın diğer bir insandan tamamiyle haberdar olması durumunda, ekliyorum iç ve dış tüm gözüken gözükmeyen yönleriyle, o iki insanın 1 sayıyla (bir) olduklarını kimse inkar edemez, etmemeli. uygunsa o insanlar evlenmeli mutlu bir yuva kurmalı. bu son 2 3 cümlemi feyyaz yiğit’in sesinden okudum. sebebini bilmiyorum.

Ben insan tanımayı mı seviyorum yoksa sevdiğim insanı mı tanımaya çalışıyorum çözemediğim günlerden geçtim. çok şirin bi insanla tanıştım ben. buradan bahsetmiştim okumak istemişti demiştim ki okutmuyorum kimseye. sonra bana nasılsa okurum bi gün demişti. sanki allah söyletmişti yarınımızın güzel olacağına dair. o şirin insan o zamanlar hep güzeldi hala güzel. ama o zamanlar içi güzeldi. şimdi güzel mi fikrim yok. benden hızla uzaklaşanlar listesine adını yazdırmak istedi. üzülüyorum bu duruma. ona iyi gelmem gereken zamanlar oldu çünkü, fırsat verilmedi. fırsat verilseydi kariyeri çok farklı olacak medyatik insanlar gibi ellerim başımın arasında tabii ki değil. çok ilerleyen zamanlarda bu yazıyı ona okutsam çok güzel olmaz mı, ikili koltuğa uzanmış vaziyetteyken okuturum ama sadece başka pozisyonda okunmayacak bu yazı.

noktalı ama bi o kadar da virgülsüz. cümlenin başındaki kelimenin ilk harfi küçük ve de kelimeler izansız. bodoslama kafamı döküyorum yine. kağıda dökmüyorum ama. uzaya. hiçbir zaman kaybolmayacak olduğunun bilincinde ama aslında ölü doğduğunu farkına vararak. kağıda zamanında bıraktığım izlerimi anımsıyorum. herkes hayatının belli bir döneminde kağıtlara iz bırakmıştır. her ne kadar duygularımız dijitalleşse de… pixel pixel olduk parçalandık.

Evet bu yazının başlığını saygı koydum, yazıya öyle başladım. alt metin olarak kendine saygı vardı. özsaygı. içerik olarak özsaygıya biraz uzağız ama yakalayana yakalattırır cinsten bi uzaklık.

öyle be bunu da kim okur kim okumaz bilmiyorum 30 hesap beni takip ediyormuş bunun önüne geçemedik galiba. insan kendiyle yüzleşirken 30 kişinin yandan bakması çok tuhaf.

eğer buraya kadar okuduysanız ve hakkaten okuması size zevk veriyorsa like tuşuna basın. bunu etkileşim için değil sadece merak ettiğimden yazıyorum. etkileşim alsam bile bu anonim hesapla yol alacağımı sanmıyorum. ki yol almaya girmedim dedim ya sonsuzluğa bıraktığım bi yüzleşme bu… Hoşçakalın

SON

Gitmek çok zor gelir bazen, 
Hele ki o gitmek gitmelerin sonuncusuysa.
Ani ise bir de sırası yoktur bu işin,
Kimin sırasını artık kim savdıysa
Veda hakkın yok, son kez öpsem seni desen yok,
Beni kurtarın desem yok.
Gidiyorum işte bu sefer sonsuzluğa;
Güzel gözlüm, alış artık karanlığa
Mektup dediğin kağıda yazılır,
Kayıp gitmez satırlarda.
Hep bir kararsızlık içim ürperiyor,
Veda mektubumu kapattığımda.
Son durağın son yolcusu
Kaptan aç artık arka kapıyı.
Kapansın gözlerim, çakılsın tabutumun son çivisi,
Atılsın üzerime son toprağım.
Gözyaşları kalmasın içinizde
Son damlasına kadar özleyin beni
Ne kadar tuhaf son demiştim
Geçen çarşamba içtiğim son sigarama
Bırakıyordum güya bıraktım da
Sigara bıraktığım keşke tek şey olsa
Ölü bedenimi bıraktım yerin altına
Ölü toprağa, kuru kalabalığa
Okuduğum ilk şiir tadında 
Öptüğüm son kızın şekerli dudaklarının arasında
Öptüğüm ilk kızın dudaklarının arasında,
Ferman kabul etmişken onu
Benle beraber kestiler fermanımı
Yaşamam o kızın o kızın dudaklarının arasında
Ben bu sefer gerçekten gidiyorum iyi bakın
Ben oradayım bıraktığım her satır arasında

OLAY var SUSAMAM

Neymiş internet dizilerine sansürmüş, ytü kampüsüne millet bahçesiymiş yok suriyelisi yok boku yok püsürü, bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin dilediğim gibi olmayacağını biliyor, bundan acı duymuyorum.

Ne o taraf ne bu taraf herkes aynı. Sokakta gördüğün insanın kirli zihniyeti aynı. Bu memleketin coğrafyasını sikiyim ben afedersiniz son 1 yılda artan tecavüz vakaları falan boklukta yaşıyoruz boklukta. İyi niyetli insan kalmadı.

Coğrafya insanın kaderidir, bizim de kaderimiz bu. Bi yerden sonra duvar olman gerekiyor, hislerinle bu ülkede kafayı yersin.

Hislerinle bu memlekette seni üzerler, seni üzemeseler bile senin üzüleceğin birini üzerler. Onu üzemezlerse masum hayvan var onu üzerler yine de seni üzerler. Kızdırırlar seni, patlayacağın o noktaya kolay kolay gelmezsin. 1 olay olur 2 olay olur 3 olur 4 olur artık sayamayacağın şekilde olur o noktada patlarsın. Her gün şehit haberleri gelir her gün 1den fazla kadın öldürülür. Duyarsızlaşırsın bi yerden sonra, suçlara ortak olmaya başlarsın susarak. Sustuğun her dakika birilerinin canı yanacak unutma. En unutamadığını hatırla Özgecan’ı Münevver’i hatırla. Karakol baskınlarını hatırla bir gecede ölen onlarca madenciyi hatırla. Olmasını istemediğimiz ama bu memlekette olan her şeyi hatırla. Şu şarkıları dinle ve hatırla, o klibi izle ve anımsa. Susma, ne olur çok sustuk, artık sen de susma.


https://youtu.be/LkM60aTEl0U

Sonsuz Aşk

İnsanın içinden bazen duygu durumları fışkırır. Bazen bilemediğiniz bi sebepten çok mutlu olursunuz içiniz içinize sığmaz, bulunduğunuz duruma binlerce kez şükredersiniz. “Allahım ne kadar da mutluyum!” dersiniz. Bazen tam tersi olur içinizi kara bulutlar kapkara eder. Mutsuzluk evet evet saf mutsuzluk. Simsiyah. Bu his de bir şekilde okey ama bi şey daha var ikisinden de beter. Ani duygu değişimleri hep beter sağlıklı olanı stabil şekilde kalanı ama işte bi tanesi var. Seni ne mutlu ediyo o his ne mutsuz. İçine ufacık bi karın ağrısı bırakıyor ve seni en derininden kafanın içindekinin en derininden yakalıyor. Seni bildiğin uyuşturuyor. Beynin uyuşuyor mantıklı düşünemez oluyorsun, mantıklı düşünsen halbuki uyuşacak hiçbir şeyin olmadığını göreceksin. Bi ağır ruh hali geliyor. Dedim ya daha demin aynı o şekil hava ne açık güneşli ne de yağmurlu fırtınalı. Fırtınadan önce kara bulutlar kaplamış belli artık yağmur yağacak ama sen bekliyorsun arafta.

En nefret ettiğim hali, ya siyahsındır ya beyaz. Ya açıksındır ya kapalı, ya 1 ya 0; Ya Hep Ya hiç! Biliyorum çok sağlıksız bi düşünce yapısı, bugüne kadar çok zararını gördüm. Ama benim işte, can çıkıyor huy çıkmıyor.

Kusarsan rahatlarsın ama kusasın o an yoktur ancak miden seni kıvrandırıyodur. Aynı öyle, kussan rahatlayacaksın di mi? Ama kusamıyosun.

Tam 1 sene evvel bugün yeryüzünün en güzel şeyi oldu, dudakların dudaklarıma değdi. Bunları yazıyor olmam akıl sağlığımı şüphe ettirecek cinsten ama kafamın içinde döneni mi saklayayım herkesten?

Kimseye demesem de aynı şekilde herkese haykırsam da ben tam 1 sene önce ilk kez dudağımın dudağına değdiği yerdeki gibi seviyorum seni aynı ordaki gibi çarpıyo kalbim. Ben senden vazgeçemedim, ben senden vazgeçmedim. Ben sende kaldım, bi adım bile geçemedim. Ben sende hapis kaldım ben sende mapus kaldım. Ben sende senin kalbinde sen benim kalbimde. Ben sende takılı kaldım. Ben sende hasta kaldım. Kafayı yedim ben seninle.

Zerre pişmanlık duymadan başım dik bu satırları yazıyorum, yıllar ne getirir belli olmaz ama seni benden götüremeyeceği kesin yılların. Yıllarca aşkı çok başka bir şey sanırdım. Asıl aşk seninle ayrıldıktan, seni benden ayırdıklarından sonra yaşadıklarımmış. Aşk insanı delirtirmiş, aşk insanı insanlıktan çıkarırmış. Aşk insanı dinden de çıkarırmış imandan da. Sorgulatırmış aşk yaradanı, niye diye haykırtırmış. Bana hepsini yaptı bunların aşk. Bu satırları sana yazmıyorum bu satırları kendime yazmıyorum bu satırlar benim içimdeki şişkinliğim bu satırlar. Aşk dedikleri buymuş. Leylasını kaybeden mecnundan beter aklımı da kaybettim senle beraber. Şifa istemiyorum bi başka ten bi başka kadın bi başka düşünce bi başkası bi başka insan istemiyorum. Kafamı okşayacak bir çift el istiyorum yeryüzünde sadece bir kişide bulunan o elleri istiyorum.

Ağlamak yok, kaç gün kaç ay kaç hafta geçti üstünden kaç kelime kaç cümle kaç insan kaç olay kaç sigara kaç paket sigara geçti, kaç kişi yol aldı kaç kişi yol verdi. Kaç insan öldü kaç insan doğdu sen gittin gideli kaç akşam oldu. Neler oldu, kaç saç telim beyazladı, içtiğim sigaralardan kaç hücrem öldü? Kaç satır okudum seni düşünerek? Seni düşünmeden kaç dakikam geçti? Ayrılık da sevdaya dahilmiş cümlesini bana kaç defa kurdurttu. Ne oldu bana söyle ne oldu bize? Tanıyamazsın beni üstünden çok zaman geçti, o gün öldüm ben tanıyamazsın bu yeni beni. Tek ortak noktası sana ölüyor olmaları, sana bitiyor olmaları. Yenisi eski halimi kıskanıyor sana sahip oldu diye, sana kendini telsim etmiş diye. Kıskanır tabii nasıl kıskanmasın saçlarını koklayıp içine kim çekti eskisi çekti.

kutlu olsun sevgilim, nice yıllara!

Severek Ayrılanlar

Karanlıkta kaldığımı hissediyorum içten içe. Dünyadaki tüm yapay ve doğal ışık kaynaklarını toplasanız bi odaya yine de aydınlık edemez orayı. Karanlık orası çünkü. Ben de karanlığım. İçimde öyle bi nokta var ki tüm içim ışıkla dolsa tek bir nokta karanlıkta bırakmaya yetiyor beni. Hissettiklerimi anlatmaya gücüm yetmiyor bazen. Yaşadıklarım şakaymış gibi geliyor. Benden beni kopardılar, normal bir şeymiş gibi. Anlamadılar beni. Kimse anlamadı, onu da anlamadılar. Ondan bi ses istedim ben çünkü çok sessiz kaldım ben zamanında. Hiç ses yok hiç ışık yok. Allahım kafayı yiyorum galiba dedim. Yedim de. Dünyanın en sesli gürültülü yerlerinde ben içimde kopan sessiz bir çığlığa yenildim. Ben güneş tam tepede parıl parıl parlarken karanlıklara boğuldum. Hala yetmiyor kelimeler içine düştüğüm şeyin. Sensizliğin ne kadar olduğunu bana aşık bensizliği bilen sen anlarsın sadece. Yeryüzünde beni anlayabilecek tek kişi sensin. O yüzden kafayı yedim, beni unuttun sandım ben çok korktum. Bu dünyada bir başıma kaldım sandım ben çok kişi arasında. kalabalıklar içinde yalnızlık çok korkutucu sevgilim.

Tam 1 sene olmuş. Aşkının içimde başlayıp sonsuza kadar gideceği o yolculuğun ilk adımları tam 1 sene evvel falan atılmış. Hayal etmeye korkuyorum, düşünmeye korkuyorum. Hayatımın en huzurlu ve en sınırlı günlerinin hissini 1 zerre de olsa eksik yaşarım diye ödüm kopuyor. Keşke zamanı durdursak ama durmuyo be sevgilim. Sana sevgilim demeyi çok özlemişim ama ağlamamam gerekiyo. Boncuk boncuk gözyaşlarını düşünmemem gerekiyor. Ben susuyorum diye bunlar yok değil ya. Üstünden zaman geçti sadece ne yaşadıysam hepsi aynen duruyor. Sen sanma ki iki okula gittim bi kaç kızla konuştum diye ben normale döndüm. Dönmedim ben. Sana dedim ya hep sana vedalarım bitmez nasıl bitsin ki vedalarım. Bak bitti sanmıştım baksana sevgilim bitmemiş benim sana vedalarım. Nasıl bitsin ki? Ağlamamaya yemin ettim ben ağlamak yok. Sen yokken çok ağladım ama allah var yukarıda. Bir ara hiç ağlamadım o ara da içime ağladım bazen.

Çok kelime kullandım 1 yıl sen yokken. çok cümle kurdum. Ama biliyo musun kuruduğum en güzel cümleden daha güzeli var? (neymiş o diyip merakla sana edeceğim iltifatı beklemeni bekliyorum) ne biliyo musun, o 3 ay içinde sana kurduğum her allahın cümlesi. Sevgilim ağlamak yok demedim mi? Şarkıda diyo ya hani “Unutmuş olsan hissederdim 
Unutmuş olsan yanımda durmazdı her sabah hayalin”

çok doğru demiyo mu be sevgilim, ben unutamadım. Sen unuttun mu ki… Biliyorum unutmadığını. Düşünmemek için kendini zorladığını. Aşk bu basit bir şey mi? Ben bittim, beni bitirdiler. Bağırdım kimse duymadı beni bu nasıl yalnızlık. Karanlık kuyulardan çıkamadım ben bu nasıl yakarış duy beni duy. Güzelliğin en güzel hali. Uçurumun kenarından beni iten bir çift el dünyanın en güzel eli. Yıl dönümümüz kutlu olsun. Ben senden gidemedim, gidemiyorum dünyanın en şefkatli kollarından gidemiyorum sevgilim. söz verdik ağlamak yok. söz verdik ağlamak yok. tekrar güle güle sana. Bu sana son vedam değil. Sana son vedamı ederken başımda dualar okunacak. Ve sana son vedamı edene kadar, kalp durana kadar, ilk günümüzden daha fazla giderek artacak sana olan sevgim. Çok seviyorum uyan uykundan hadi ben çok seviyorum seni uyan uyan, uyan bi tanem uyan sevgilim. Seni hala çok seviyorum. Sana aşığım, sana aşığım…

Planlar yapıyor ya insan sanki hayatın hiç planı yokmuş gibi, 
Tüm dünya sanki onun hakimiyeti altındaymış gibi. Zamanın kontrolü kendisindeymiş gibi,
Zaman hiç bitmeyecekmiş gibi.
Sonsuz sınırsız kaynaklara sahipmiş gibi.
Onun olmayan tüm paralarla,
Onun olmayan tüm haz duygularıyla.
Kendi öz iradesi yokmuşçasına
Yokmuşçasına
İradesi yokmuşçasına
Dünyada yeri sonsuza kadar rezerveymiş gibi
miş gibi ama asla görülen geçmiş zamanı değil
Dününe bugününe yarınına
Asla onun olmayan dününe
asla onun sahip olmadığı bugününe
asla ve asla elini dahi uzatamayacağı
yarın sandığı dümenine
beyninin vücuduna hükmedişine
bi hayat var karşında dişi dişine
hayatında duymamışsın derler sana olmaz
dersin 100 defa üst üste ne? (ne ne ne)

Aşırı saçma bir şiirle giriş yaptık herkese benden selamlar. Herkes dediğim de şey hani he boşluk. Neyse canım yılmak yok ne zaman neyin nasıl olacağı belli olmaz. Şiirde de bu var ya aslında. İçimde de bu var. İçimde olmasa dışıma çıkmazdı bunlar.

Nerden nereye geldik diye bi laf var ya hani, gerçekten var. 1 saatte nerden nereye gelirsin haberin olmaz. Bende genelde bu kötüye doğru oluyor. Ama neden olmasın iyiye doğru. Gerçi benlik de bi durum yok.

Hayatım bu aralar çok yoluna girmiş gibi. Bu beni biraz ürkütmüyor değil. Neyse kafamızı rahatlatacak tüm aktivitilere devam, kendimizi istediğimiz yerde görebilmek için atabileceğimiz tüm adımlara devam. Devam hayat çok güzelmiş kafamın içinde dönüp duran o bozuk kasetçalar olmasa.

Artık sesini duymuyorum çok kısık seste ama aşağı yukarı tek bir albümü günde 2 defa baştan sona dinliyorum. Çok derinden geliyo. son kırıntılar gibi. tarif edemem size bunu. ama bitsin de demiyorum çünkü eşik değerin altında. bir şey var ama hep var rahatsız edecek kadar değil. Bunu da başka bi yazıya sözüm olsun mu 🙂

Bilinmezlik

Algımın veye ilgi odak noktamın bu yönlerde olmamasından mütevellit bu tür platformlarla yeni tanışıyorum, en azından üretme dediğimiz kısımında. Çok eminim zaten bu kısımla tanışmış çok da kişi yok çünkü algıladığım kadarıyla hitap edilen kitle zaten bir şekilde uyuyan kitle. Haddime değil ama blog muhabbetini, bakın farkındaysanız konuyla ilgili teknik bir kaç kelime söyleyemeyecek kadar az biliyorum bu işi, hatta bu işin içindekileri 3’e ayırabiliriz.

  • Bu işi profesyonel olarak yapıp bu işten para kazananlar. Bu tayfa işte azınlık olan tayfa ve cidden kazanıyorlar. İşleri bu. Yani direk son grupla ilişkileri son kullanıcının Google’a kafasındaki bir şeyi yazması ve sitelerine girmesi şeklinde.
  • Üretme kısmında genellikle değil hiçbir zaman bulunmayan bulunmak istemeyen, bu hayatın harbi tüketici kesiminden bulunan insanlar. Sadece son kullanıcı olarak İnternet aracılığı ile üreten sayfalara tıklayanlar. Gerçi bilgi tükenen bir şey midir bilmiyorum ama bilgi tükenmeyen ama üretimi dolaylı yoldan olabilen bir şey. Bu konuyu aşağıda daha da irdelemek istiyorum. Bu kategoriyi anladık diye umuyorum.
  • Evet sonuncu kategorinin içinde ben de varım. Heves çöplüğünde bir sürü hevesi bulunan insanlar. Sen misin o? Biliyorsun değil mi? Çok istiyorsun en başında ama sonra hiç istemiyorsun. İlk başlardaki istek ve arzunla dünyayı fethedecek gücün varmış gibi hissediyorsun ama sonrası yok değil mi tüm dünyanın altında eziliyormuşsun gibi?

Evet bu maceraya(!) başlayalı 3 hafta oluyormuş. İlk başlarda tüm yazım kurallarını incik cincik kontrol ederek yazardım ama şimdi kafamı toplayabildiğimde şükrediyorum. İlk 2 yazıda hatta bir sürü etiketle falan uğraşmıştım şimdi yayınla butonuna basıp gönderiyorum. Hatta işin bu kısmından sonra size bu mecranın gerçek sahipleri ilk kategorinin sakinleri size çok hayret ediyorum bir ton görsel mörsel bir şeyler koyup ilk günkü hevesinizi koruyorsunuz. Bende bu yok işte aslında hiç bir zaman olmadı.

Tam da bu noktada bu sayfanın adı neden kişisel gelişemeyişim anlamanız lazım. Canlı bir örneğim ben. Gelişemememi canlı olarak lanse ediyorum buradan. Bu 5. yazım falan olmasına rağmen hala içimde burayla ilgili sürekliliğe dair bir kaç kırıntı var ama bu noktaya(?!) gelene kadar, bu nokta dediği 4 yazı 2 hafta içinde, tüm ciddiyetimi kaybettim.

Ama size iyi bir haberim var boşluk. Buraya ufaktan öykü yazmaya başlayacağım, tamamen öykü hikaye kurmaca falan filan hesabı. Ayrı bir sayfa açmadan burada farklı başlık veya farklı bir sekme içinde toparlanabilecekse yeni bir hevesle burada tam da gözünüzün önünde yeni bir işe başlayacağım. Burada bahsedip hiç girmeme ihtimalim de var, girip sonradan bırakma ihtimalim de var ama en önemlisi ve de en muhtemeli olan da bu seçenek zaten. en düşük ihtimalli geriye kalan bu işe devam etmem uzun süre boyunca.

Bu da benim sizlerin gözü önünde, siz dediğim yazılarımı okuyan ben dışında 2 farklı kişi var şu ana kadar, kişisel gelişemeyişim. Yıkılıp yuvarlanışım. hadi rastgele bu bilinmezliğim, hadi rastgele!

Hahahahaha yazıyı bitiremedim, son kez kontrol edeyim de düzgün olsun yazımıdır imlasıdır derken aşağıda bahsedeyim dediğim konuyu gördüm. Bahsedelim efendim. Bilgi var olan bir şey midir? Bilgi üretilir mi? Bilgiyi üretene ne denir? Bilgiyi durduğu yerde bir şekilde başkalarına sunana ne denir? Var olan bir şeyi bir başkasına sunmak üretmek midir? Aklıma gelen bu soruların devamının geldiğini söyleyebilirim aklıma. Geliyor yani. Bu soruların cevabını ben de bilmiyorum. Üretmek demek mesela nitelikli bir kavram mıdır? Her türlü üretkenlik toplumun aydın kesimi tarafından onaylanır mı? Sizin de aklınıza şu an Şeyma Subaşı geldi değil mi? Siz bu yazıyı okuduğunuzda Şeyma Abla popülaritesini bir nebze olsun bence kaybedecektir en azından bunun sebebi kitabından dolayı olmaz. Belli bir şekilde hayatın o neşeli(!) kısmında da tutunmak sürekli konuşulmak, konuşulmayı sağlayacak şekilde yaşamak zor olsa gerek.

Yukarıda aklıma sıralanan sorulara bakınca sanki derdimden sadece Serdar Kuzuloğlu anlayacakmış gibi hissediyorum. Kim bilir belki okur yazımı bana bu sorulara cevap verir. Belki de azarlar der ki ben şu kadar zaman önce zaten bu soruları sordum kendime ve şu soruların cevabını verdim. Kim bilir nereden bileceğiz…

Allah’tan ismim yok he kim olduğum belli olsa bence bu kadar public bir yere yazı yayımlayamazdım, kimse okumuyor bile olsa!

Evet ben!

Nasıl da unuttum burayı ama! Nasıl da değer vermedim yine. Üstelik değer versen düzenli olarak maddi veya manevi karşılığını alabileceğin kesine yakınken. İnsanlara da yapıyorum bunu, içimin karşı tarafa yükseldiği anlar hep yüksek olmuyor ki ama. Ben hep isteyen biri değilim demek ki, çok isteyip tekte istiyorum. Elde edermiş gibi yapıyorum. Kesinlikle benim olmuyor zaten. Ne anlatıyor bu diyosunuz di mi… Çok özensiz yazıyorum bunu da… Boşluğa bağırıyorum diye düşünüyodum buraya yazarken şimdi boşluğa bu benim en belirgin özelliğim demeye geliyorum. Bu maalesef benim. Çoğu insanın dert yandığını bildiğim sıradan alelade kötü bi özellik bu işte. Sıradan insan yapıyor bu beni, bi ayrıcalığım olmayınca ne anlamı kalır ki. Kalmıyor işte. Heves çöplüğünde duran bi tonu aşkın çöpün arasında işe yarar onlarca şey var.

Kafamda tonlarca şey var. Kafamda ağırlık var. Kafamda bi şey var benim. Bazen uyuşturan bazen uyutan bazen uyutmayan. E görüyorum abi işte kendimi kimse bana anlatmasın bi şey şimdi. Benim kafamda silmek istediğim bi şey var. Benim kafamda silemediklerim var. Nasıl atladım bu konuya bilmiyorum ama aslında atlamadım ben hep o konudayım. Aylar yıllar geçince değişen şeyler oluyor evet ama o uyuşukluk baki. Ben artık o konuyum. Ama size o konu yok maalesef sevgili boşluk.

Dağılmayalım konudan diyeceğim ama belki de dağılabiliriz, kafamı yansıtmayacak mıyım ben burada? Eğer öyleyse ölümüne dağınık şeyler burada olur. Ben dağıldım çünkü zamanında, ben dağıttım çünkü zamanında. Yaptığım şeyleri yıktım. Güzel diye övündüğüm zamanında ektiğim çiçeklerim vardı benim ben onların hepsini kendi ayağımla çiğnedim. Çok denedim sulamak için canlansınlar istedim yemin ederim. O çiçekler olmazsa ben de olmayacağım dedim. Olmadı. Olmadı. Olmadı.

Şimdilik bu kadarını yazsam yeter. Size değil canım tamamen kendim için yeter. Hatta size bir şey söyleyeyim mi, bu da yeter.

Dağıldım çok dağıldım ben, toparlanmaya çalışırken daha çok dağıldım. o çiçekler kurudu şimdi odamın bir köşesinde, toprak olursam bir gün toprağıma gömün o çiçekleri ki bana karışsın onlar…

Evet ben buyum işte kafası karışık sağa sola çarpmaktan bitap düşmüş ben…

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın